HAYRÜNNİSA BEGÜM /1578-1579)




Azerbaycan, Doğu Anadolu ve İran bölgesinde hüküm süren Akkoyunlu Devleti 15. yüzyılın sonlarında Timur Devleti karşısında defalarca mağlup düşmüş, güç kaybıyla birlikte ülkede baş gösteren taht kavgaları bu devletin çöküşünü hızlandırmıştır. Bu durum Şeyh Safiyüddin’in soyundan gelen İsmail Mirza’ya bölgede hareket serbestliği kazandırmıştır. Nitekim 1501 yılında farklı Türkmen kabilelerinin katılımıyla başkenti Tebriz olan Safevî Devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet, Şah İsmail’in idaresi altında kısa sürede Azerbaycan’ın büyük bir bölümü, İran, Irak ve Horasan coğrafyasını kapsayacak şekilde genişlemiştir. Şah İsmail’in halefi Şah Tahmasb, saltanatının ilk yıllarında Türkmen beylerinin tesirinde kalıp iç çekişmelerle yıpransa da Osmanlı Devleti ile Buhara Özbek Hanlığı’nın art arda gerçekleştirdikleri saldırılar karşısında topraklarını büyük oranda koruyabilmiştir. Şah Tahmasb’ın 1576’da vefatıyla birlikte ülkede yeniden karışıklıklar yaşanmıştır. Şah Tahmasb’ın kızı Perihan Hanım önce kardeşi II. İsmail’i desteklemiş ve onun tahta çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. 1577’de Şah II. İsmail’in öldürülmesi üzerine diğer şehzade Muhammed Mirza’yı hiçe saymış ve Türkmen emirlerinden Şemhal Han’ı arkasına alarak başkentte hâkimiyetini ilan etmiştir. Ancak onun bu çıkışı Muhammed Mirza ve onu destekleyen emirlerin karşı hamlesi sonucunda uzun soluklu olmamıştır. Maiyetiyle birlikte Tebriz’e gelen şehzade Şemhal Han ve Perihan Hanım’ı öldürterek ihtilâfa son vermiş akabinde tahta oturmuştur.1Bu çalışmanın konusunu teşkil eden Hayrunnisa Begüm de bu tarihten itibaren adından sıkça söz ettirecek, Şah’ın da desteğiyle üst düzey yöneticiler arasında yerini alacaktır. 1- Mâzenderân’dan Kazvin’e Hayrünnisa BegümSafevî kroniklerinde Melike, Nevvâb-ı Begüm, Nevvâb-ı Belkıs ve Mehd-i Ulyâ olarak isimlendirilen Sultan’ın gerçek adı Hayrünnisa Begüm’dür. Babası Mâzenderân’daki Dulkadirli Türkmenleri’nden Mîr Abdullah Han’dır. Ailesi uzun süre Mâzenderân Vilâyeti’nin yöneticiliğini üstlenmiş üst düzey bürokratlardan oluşmaktadır. İsfehanî, Melike Begüm’ün kısa sürede Safevî ayanları arasında nüfuz kazanmasını Seyyid olmasına dayandırmıştır.2Nitekim Melike Begüm’ün nesli, Mîr-i Bozorg (Büyük Mîr) olarak tanınan ve Sultan Timur’un çağdaşı olan Seyyid Kıvâmüddin’e, onun soyu da iddia edildiği üzere Dördüncü İmam Zeynelâbidîn’e kadar gitmektedir3. Melike’yi yakından görme şansına erişen Don Juan, onu tanıtırken çok akıllı ve yaşına rağmen çok güzel bir kadın olduğunu söylemiştir.4Nasrullah Felsefi, Şah Abbas’ın hayatını kaleme aldığı çalışmasında Melike için “kıskanç, kudret talep eden, asabî, inatçı ve kindar bir kadın”5ifadesini tercih etmiştir. Onların, özellikle bu sıfatları tercih etmeleri yersiz değildir. Melike’nin kısa süren hâkimiyeti zarfında icraatları ve olaylar karşısında takındığı tavırları onun mizacını alenen ortaya koymaktadır. Onun yaşamı boyunca taşıdığı en büyük öfkesi ve kindarlığı Mâzenderân Valisi Mîr Murad Han ile oğlu Mirza Han’a karşı olmuştur. Bu öfkenin arka planında ise Mâzenderân yönetiminden uzaklaştırılan babası Mîr Abdullah’a haksızlık yapıldığı düşüncesi yatmaktadır. Mar‘aşî ailesinin bir ferdi olarak Mîr Abdullah, kendisine kalan miras üzerine 939/1532-1533 yılında Mâzenderân hükümetinin başına geçmiştir.6Şah Tahmasb’ın saltanatının son yıllarında ise Mîr Abdullah ile amcasının oğlu Mîr Murad Han arasında Mâzenderân hâkimiyeti nedeniyle veraset tartışması başlamıştır. Tartışma zamanla rekabet ve çatışma şeklinde tezahür etmiştir. Mîr Abdullah, valiliği döneminde halkını memnun edemediği gibi Şah’ın da tepkisini çekmiştir. Her ne kadar Şah Tahmasb’a çok sayıda değerli hediyeler göndermek suretiyle itaatini arz etse de zaman zaman bağımsız hareket etmesi Şah’ın nezdinde olumsuz bir kanaat oluşturmuştur. Bu durumun sağladığı avantajla Murad Han kazanan taraf olmuş, Mîr Abdullah ise Mâzenderân yönetiminden uzaklaştırılmıştır.7Ancak bir süre sonra Mîr Abdullah, pişmanlığını ve özrünü bildirmek üzere Şah’ın huzuruna çıkmıştır. Bunun üzerine Şah, ülkeyi Mîr Abdullah ile Murad Han arasında taksim etmiştir8. Mîr Abdullah, 974/1566-1567 yılında vefât etmiştir. Şah da bu vilâyetin yarı hissesinde söz sahibi olmak üzere Mîr’in kızı Hayrünnisa Begüm’ü büyük oğlu Muhammed Mirza ile evlendirmiştir.9Bu şekilde aileyle akrabalık ilişkisi kurmuş, yasal yönden vilâyetin mirasçısı olmuştur.

Bu gerekçeyle Hasan Mirza’yı10Mîr Abdullah’ın hissesini devralmak üzere Mâzenderân’da görevlendirmiştir. Hayrünnisa Begüm’ü de Mâzenderân’dan tamamen uzaklaştırarak Muhammed Mirza’yla birlikte Herat’a göndermiştir.11Nitekim Şehzade Muhammed Mirza bir süre bu vilâyetin valiliğini yapacak, Şah II. İsmail döneminde ise Şiraz’a yerleşecektir.Mîr Murad Han’ın vefâtından sonra oğlu Mirza Han Mâzenderân yönetimini devr almıştır. Mirza Han, babasının Şah’a verdiği sözü zaman zaman çiğnemiş ve Hasan Mirza’nın idaresine tâbi yerlerde işgalci konumuna düşmüştür. 984/1576 yılında Şah Tahmasb’ın vefâtı ve II. İsmail’in cülûsu sonrasında merkezi otoritenin zayıf düşmesi ve Şah İsmail’in emriyle şehzadelerin öldürülmesi12gibi hadiselerden istifade eden Mirza Han tüm Mâzenderân’ı zapt etmiştir. Vilâyet divânında görevli Şemseddin Div’in de çabaları neticesinde Mirza Han, kendisini Mâzenderân hükümetinin vârisi ilan etmiştir.13II. İsmail’in bir yılı aşkın saltanatında ağabeyi Muhammed Hüdabende, eşi ve çocuklarıyla birlikte Şirvan’da hayatını sürdürmüştür. Şah’ın muhâlifler karşısında takındığı sert tutumu nedeniyle de yönetimden olabildiğince uzak durmuştur. Hayrünnisa Begüm ise memleketindeki gelişmelere içerlese de Şah II. İsmail’den çekindiği için olaylara müdahil olmamıştır.Mâzenderân’daki bu son durum Şah II. İsmail’in vefâtı14ve Muhammed Hüdabende’nin tahta çıkışıyla15birlikte değişiklik arz etmiştir. Çünkü Hayrünnisa Begüm, artık Safevî sarayının Melikesi’dir.


Üstelik diğer Melikelerden farklı olarak ülke yönetiminde Şah’dan daha fazla söz sahibidir. Muhammed Hüdabende’nin sakin ve ağırbaşlı mizacı16ise Melike’nin yönetimde daha fazla ön plan çıkmasına zemin hazırlamıştır. Hayrünnisa Begüm’ün en büyük destekçisi de oğlu Hamza Mirza olmuştur. 2- Muhâlif Türkmen Emirlerinin Kıskacında Melike’nin FaaliyetleriŞah Hüdabende 985/1577 yılında tahta oturduğunda aslında iç isyanlarla çalkalanan ve komşusu olan iki büyük devletin Özbek Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun tehdidi altında zor günler geçiren bir yönetim devralmıştır. II. Abdullah Han idaresindeki Özbekler, Horasan’da büyük kazançlar sağlayan seferlerle yeniden varlık göstermişlerdir. Bunun yanı sıra Şah II. İsmail’in Amasya Antlaşması’na aykırı hareketleri nedeniyle Osmanlı sarayında yeniden şark seferleri gündeme gelmiştir. Horasan bölgesi, isyancı emirler ve Özbek saldırıları yüzünden içinden çıkılmaz bir hal alınca bir süreliğine küçük yaştaki Abbas Mirza idaresinde kendi kaderine terk edilmiştir. Yeni yönetim ilk iş olarak Osmanlı kuvvetlerini Azerbaycan’dan çıkarma görevini üstlenmiştir. Osmanlı Devleti’nin Azerbaycan ve Gürcistan’daki fetihleri karşısında eski Şemahi Valisi Aras Han, Karabağ’a sığınmış ve merkezden destek istemiştir. Bunun üzerine bölgeye merkezden birlikler sevk edilmiştir. Bu birliklerin başında Melike Begüm ile oğlu Hamza Mirza vardı. 25 Recep 986/27 Eylül 1578’de Kazvin’den harekete geçen askeri birlikler bir ay sonra Melike’nin emriyle Karabağ’da ordugâh kurmuşlardır. Sefere katılan emirler önce Şemahi’yi kuşatıp Özdemiroğlu Osman Paşa ile burada bulunan Osmanlı birliklerini etkisiz kılmışlar, ardından Molla Hasan Irmağı yakınlarında Tatarları mağlup ederek bölgeye yeniden hâkim olmuşlardır.17Melike Begüm, Azerbaycan seferini burada sonlandırmak niyetinde değildi. Osmanlı kuvvetlerinin mağlubiyet sonrası Derbend’e (Demirkapı) çekilmesi onu daha da hırslandırmıştı. Amacı Osman Paşa’nın elinden Derbend’i almak ve


Azerbaycan’a yönelik Osmanlı saldırılarına karşı bir set oluşturmaktı. Bunun için Mirza Selman başta olmak üzere sefere katılan emirlerden Osmanlı birliklerini takip etmelerini ve Derbend’i ele geçirmelerini istemiştir.18Ancak Mirza Selman ve beraberindeki emirler Şirvan’da muhafız birlik bırakıp Derbend yerine Karabağ’a şehzade ile Melike’nin yanına gitmişlerdir. Melike’nin buyruğunu yerine getirememelerine gerekçe olarak da kışın şiddetine ve şartların zorluğuna işaret etmişlerdir.19Nitekim bu olay Melike ile devlet erkânı arasındaki anlaşmazlığın ilk tezahürü olmuştur. Şirvan Seferi’yle taraflar arasında başlayan anlaşmazlık ve gerginlik gün geçtikçe kendisini daha fazla hissettirmiştir. Gerginliğe sebep olan uygulamaların başında Melike’nin, yönetimde kaldığı süre zarfında devlet erkânının görüşlerini dikkate almadan önemli kararlara imza atması, keyfi tayin ve aziller yapmasıdır. Üst makamlara Mâzenderânlı Türkmen Beyleri’ni getirmesi de şikâyet konusu olmuştur20. Melike’nin bu tutumu devlet erkânının alışık olmadığı bir davranıştı. Zira Şah I. İsmail’in vefâtından sonra Türkmen beyleri yönetimde önemli roller üstlenmişlerdi. Şah ile birlikte iktidar, Türkmen kabileleri arasında el değiştirse de netice itibariyle onlardan biri muhakkak Safevî yönetiminde söz sahibi olmuştu. Yeni durumda ise devlet idaresinden soyutlanmışlardır.21Şimdiye kadar devlet yönetiminde etkin olan muhâlif Türkmen Beyleri sahip oldukları gücü yitirmeyi hazmedememişlerdir. Melike’nin otoriter yönetimini kabullenmeğe mecbur bırakılmışlardır. Devlet erkânı ile Melike arasında yaşanan ikinci anlaşmazlık Azerbaycan seferinde esir edilen Kırım şehzadesi Adil Giray’a sarayda gösterilen aşırı ilgi ve itibardan kaynaklanmıştır. Melike Begüm elindeki bu kozu Osmanlı-Kırım ittifakını bozmak ve Tatar askerlerinin Gürcistan ve Azerbaycan’a yönelik saldırılarını sonlandırmak için kullanmak istemiştir.


Ancak onun bu politikası muhâlif Türkmen emirleri tarafından tam olarak idrak edilmemiş olmalıdır ki Emirler, Adil Giray’a gösterilen alakadan duydukları rahatsızlığı her fırsatta dile getirmişlerdir. Şah Hüdabende, Melike’ye destek olmak ve emirlerini muhâlif duruşlarından vazgeçirmek düşüncesiyle babası Şah Tahmasb’ın esir Gürcü şehzadesi Simon’a gösterdiği iyi muameleyi hatırlatmıştır. Ancak bu konuşma dahi onları ikna etmeye yetmemiştir. Melike ise tüm itirazlara rağmen bu politikasından geri adım atmamıştır.22Melike’nin müdahil olduğu bir diğer mesele, Horasan’daki emirlerin isyan girişimidir. Şah II. İsmail’in en yakın adamlarından Ali Kulu Han-ı Şamlu, I. Abbas Mirza’nın lalası olarak Herat’ta ikamet etmiş ve şehzadeyle birlikte tüm Horasan’ı yönetmiştir. Ancak taht değişikliği sonrasında Şah Hüdabende ve eşi Melike’nin Ali Kulu Han’a karşı olumsuz tutumları23ya da bu emirin, Melike’nin iktidarından duyduğu rahatsızlık24onu isyana sürüklemiştir. Oğlu Abbas Mirza’nın tahta çıkarılma girişimleri karşısında Melike, kendisine sadık emirlerden Nazar Ağa ve İbrahim Bey’i, şehzadeyi merkeze getirmekle görevlendirmiş ve art arda bölgeye sevk etmiştir. Fakat Horasan’daki güçlü muhalefet nedeniyle tüm çabalar sonuçsuz kalmıştır. Muhâlif emirler Özbek saldırılarını ve bölgede yaşanan asayişsizliği bahane göstererek şehzadeyi göndermekten kaçınmışlardır. Emrine itaat edilmemesi üzerine Melike çok sinirlenmiştir. İsfehanî onun bu halini “taşan deniz ve gök gürültüsü”ne benzetmiştir. Son olarak Ali Kulu Han’ın babası aynı zamanda Kazvin’deki üst düzey bürokratlardan Hüseyin Han-ı Şamlu’yu üç ay mühletle ve çok sayıda askerle Herat’a göndermiştir. Fakat bu hamlesi de neticeyi değiştirmemiştir.25Sonuç itibariyle Melike’nin tüm gayretine ve kararlılığına rağmen ömrü bu sorunu çözmeye vefâ etmemiş, isyanı sonlandırmak sonraki süreçte Muhammed Hüdabende’nin müdahalesiyle mümkün olmuştur Ancak onun bu girişimleri Horasan emirleri arasındaki ittifakı sarsmış, bölgede merkezi hükümet lehine ikilik yaratmıştır.26Melike’nin bu faaliyetlerinden ve olaylar karşısındaki sert tutumundan anlaşılacağı üzere onun çok akıllı ve mücadeleci bir kadın olması, başına buyruk hareketleri, Türkmen emirlerine alışık oldukları itibarı göstermemesi ve de dizginlenemeyen hırsı, makam ve mevkilerinden men edilmiş beylerin ona duydukları öfkeyi her geçen gün artırmıştır. Bundan sonra yaşananlar ise bu nefret ve öfkenin bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.


3- Muhâlifler Karşısında Melike’nin Direnişi Melike’yi yönetimden uzaklaştırmak isteyen Türkmen Emirleri aslında ilk tepkilerini Azerbaycan seferinde ortaya koymuşlar ve Melike’nin verdiği emirleri yerine getirmeyerek onu uyarmak istemişlerdir. Ancak Melike bu uyarıyı dikkate almamıştır. Bu nedenle muhâliflerin Melike’yi itibarsızlaştırmaları için daha ciddi tedbirlere ihtiyaçları vardı. Bu noktada Melike’nin 987/1579-1580 yılında hayata geçirdiği Mâzenderân seferi onlara bu ikinci şansı vermiştir. Melike, Şemahi ve Şirvan’ın ele geçirilmesinin ardından payitahta döndüğünde ilk olarak Mâzenderân meselesini ele almıştır. Vilâyetin hâkimi daha önce de ifade edildiği üzere Melike’nin kan davası güttüğü Mirza Han’dır. Bu kişi Melike’den çekindiği için Şah’ın cülûsundan çok sonra Kazvin’e gelmiş ve her ikisini de tebrik etmiştir. Ayrıca Melike’ye, babası Mîr Murad Han’ın geçmişte yaptığı işlerden duyduğu üzüntüyü ve utancını bildirmiş ve görevine devam etmek hususundaki arzusunu dile getirmiştir.27Mirza Han, kendisine duyulan öfkenin farkında olduğundan Melike’nin eline koz vermemeye çalışmıştır. Ancak babasının intikamını almakta kararlı olan Melike Begüm, onun cülûsu tebrik için geç kaldığını ileri sürmüş ve Mâzenderân yönetiminde taht değişikliğine gitmiştir. Kendi akrabalarından Mîr Alişân’ı bu vilâyete göndermek suretiyle Mirza Han’ın görevine son vermiştir28. Mirza Han, Melike’nin bu tavrı üzerine Mâzenderân’a geri dönmüş ve vilâyet yönetiminden el çekerek Firuzcah kalesine sığınmıştır. Mîr Alişân ise Melike’nin beklentisinin tam tersine Mâzenderân halkının karşı çıkması nedeniyle bölgede hâkimiyetini tesis edememiştir. Vilâyetteki isyan üzerine merkezden, önce Pire Muhammed Han-ı Ustaclu ve Kurhams Han-ı Şamlu idaresindeki birlikler bölgeye sevk edilmiştir. Onların başarısızlığı üzerine mühürdar Şahruh Han-ı Dulkadir isyanı bastırmakla görevlendirilmiştir. Şahruh Han, bahaneler öne sürerek gerçekte ise Melike’ye muhâlifliği nedeniyle kendisine verilen görevi kabul etmek istememiştir. Fakat Şah’ın devreye girmesiyle emri uygulamak mecburiyetinde kalmıştır.29Nitekim Firuzcah kalesinin dayanıklılığı ve Mâzenderân halkının Mirza Han’ı destekliyor olması kuşatmayı başarısız kılmıştır. Bu şekilde bir sonuç elde edemeyeceğini anlayan Şahruh Han ve beraberindeki emirler, Mirza Han ile uzlaşma yolu aramışlardır. Bu uğurda onu, teslim olmaya ve Şah’ınhuzuruna çıkıp af dilemeye ikna etmeye çalışmışlardır. Karşılığında ise can güvenliğini koruyacaklarına dair söz vermişlerdir.30Netice itibariyle Firuzcah kalesi de dâhil olmak üzere tüm Mâzenderân yeniden Mîr Abdullah ailesinin eline geçmiştir. Merkezden giden Emirlerle anlaşma yapan Mirza Han ise tutuklanarak Kazvin’e doğru yola çıkarılmıştır.31Bu durum Melike’nin istediği bir sonuç değildi. Çünkü onun asıl düşüncesi bu Emir’i öldürtmekti. Mirza Han’ın merkezi otoriteye karşı gelerek Firuzcah’da isyan bayrağını kaldırması da ona bu fırsatı sunuyordu. Emirler Melike’nin hükmünü kasıtlı olarak yerine getirmemişlerdir. Melike karşısında biçare kalan Mirza Han’ı korumak ve kollamak ve Şah’ın affına mazhar kılmak için ellerinden geleni yapmaya kararlıdırlar. Bu şekilde hem kendi kararlarının, Şah’ın nezdinde değerini anlayacaklar hem de Melike’yi alt etmiş olacaklardır.32Melike, Şahruh Han ve diğer emirlerin Mirza Han ile birlikte Kazvin’e dönmekte olduğunu öğrendiğinde bu duruma müdahale etmek istemiştir. Çünkü sefer heyeti saraya ulaştığında emirlerin baskısı sonucu Şah, Mirza Han’ın katline izin vermeyebilirdi. Bu nedenle saraydan Muhlis Bey ile birlikte otuz kişilik bir muhafız birliğini Mirza Han’ı ele geçirmeleri ve öldürmeleri için gizlice seferden dönen ordunun yanına göndermiştir. Şahruh Han ve yanındakiler başlangıçta Mirza Han’ı teslim etmek istememişlerdir. Ancak bunun bizzat Şah’ın emri olduğunu duyunca buyruğu çiğnememek adına ısrarcı davranamamışlardır. Nitekim muhafızlar söz verdikleri gibi Mirza Han’ı Kazvin’e ulaştırmak yerine Melike’nin kararı üzerine teslim aldıkları gece yani 13 Cemaziyelevvel 987/8 Temmuz 1579’da boğarak öldürmüşlerdir.


Bu hadise, Şahruh Han, Pire Muhammed Han ve Kurhams Han başta olmak üzere Melike’nin karşısında yer alan tüm emirlerin sessizliğini bozmuştur. Emirler, Mirza Han’a verdikleri sözü tutamadıkları ve tüm çabalarına rağmen katline mani olamadıkları için çok üzülmüşlerdir. Melike’nin kararlarının sorgulanması ve yaptıklarından dolayı cezalandırılmasını istemekteydiler. Bunun için önce kendi aralarında bir toplantı düzenlemişlerdir. Bu toplantıda Mirza Selman, Halil Han-ı Afşar, Kurçibaşı Kulu Sultan-ı Afşar, Mühürdar Şahruh Han-ı Dulkadir, Hüseyin Han-ı Şamlu, Emir Hamza Han-ı Ustaclu, yine Şamlu kabilesinden Eşikağasıbaşı Hüseyin Kulu Sultan, Muhammed Han-ı Türkmen hazır bulunmuşlar ve Melike ile ilgili şikâyetlerini özellikle devlet yönetimindeki değişikliklerden duydukları rahatsızlıkları dile getirip çözüm yolu bulmaya çalışmışlardır. Hepsi Melike’nin görevden azledilmesi hususunda hemfikir olmuş ve “eğer bu muamele karşısında tedbir almazsak Nevvâb-ı Begüm bizleri ve ailelerimizi ortadan kaldıracaktır” diyerek birbirlerini cesaretlendirmişlerdir. Sonra “tahtın, tacın ve mührün sahibi Şâh niçin bu olaya dâhil olmuyor, Memâlik-i Mahrûsa’nın mühim işlerini karısına bırakıyor” diyerek Şah’ın tutumunu sorgulamışlar ve bizzat onunla görüşerek bu sıkıntılarını bir kez de onun huzurunda dile getirmeyi kararlaştırmışlardır.34Bu sırada hem Kaşan halkın hem de Şirvan tahsildarları yönetim ile ilgili şikayetlerini arz etmek üzere saraya gelmişlerdi. Bunu fırsat bilen muhâlif emirler Mevlana Efzâl Müneccim Kazvinî vasıtasıyla Melike’den kaynaklanan sorunlarını Şah’a bildirmişlerdir. Buna göre Melike harem hazinesini Mâzenderân’a aktarmakta, devlet erkânını görevden azlederek yerlerine Mâzenderân büyüklerini getirmekte ve dolayısıyla devleti zafiyete sürüklemekteydi. Muhâlif Emirler şikâyetlerini bildirmekle kalmamış, Melike’nin tüm yetkilerinin elinden alınması hususunda ısrarcı davranmışlardır.


Ancak olaya yine Melike Begüm müdahale etmiş ve çok sert bir şekilde muhâlifleri susturmuştur.35Muhâlif emirler ikinci buluşmalarını Bağ-ı Sadâbâd’da gerçekleştirmişlerdir. Hepsi, Melike’nin katli hususunda son derece kararlı ve bunu Şah’dan isteyecek kadar da pervasızdılar. İzinsizce sarayın verandasına gelmişler ve bir haberci vasıtasıyla kararlarını Şah’a şu şekilde arz etmişlerdir. “Kadınlar akıl ve düşünmek hususunda ve de adalette zayıftırlar. Bu noktada Mehd-i Ulyâ da inatçı, siyaset ve akıldan noksandır. Ülkenin önemli işlerini idare ederken iyi düşünceleri ve devlet erkânının nasihâtlerini dikkate almamaktadır. Düşmanlığını ve küçümseyişini ortaya koymanın dışında, bu devletin hizmetkârı olan bizlere karşı hiçbir iyi niyetini görmedik. Şu ana kadar ki biz ona karşı bir günâh ya da kötü davranışı layık görmedik, onun kaba davranışlarından dolayı canımızdan endişe ediyoruz. Şöyle ki biz her iki taraftan muhâliflikleri ve memnuniyetsizlikleri ifşâ edip hakikatleri ortaya koyduk. O ise bizi bu devletin hasmı ve nifâk çıkaranı kabul etti. Bu utanca nasıl tahammül edilir ki düşmanlar ve komşular İran’ın bu kötü durumundan konuşsunlar, Safevî saltanatında bir erkek dâhi kalmadı, iş öyle bir yere vardı ki akıldan noksan kadınlar devletin işlerini yerine getirmekle mükellef oldular desinler. Kısaca sözümüz budur ki iş işten geçti, Kızılbaş tâifelerinin tamamı onun kanına susamışlardır. Eğer şu anda velini‘met (Şah Muhammed Hüdabende), devletin idarî ve malî işlerini onun elinden alırsa Kızılbaş tâifelerinin tamamını devlet bünyesinden mahrum bilsin.”36Gelinen bu noktada Şah Hüdabende ne yapacağını şaşırmıştır. Çünkü şikayetler ve emirlerin sert tutumları göz ardı edilemeyecek kadar tehlikeli bir boyut kazanmıştır. Hem eşinin canını kurtarmak hem de Emirleri teskîn etmek için bulduğu tek çözüm yolu Melike’yi payitahttan uzaklaştırmaktır. Şah, bu düşüncesini emirlere şu şekilde iletmiştir: “Kararlaştırdım ki bundan sonra Mehd-i Ulyâ devlet işlerine hiçbir surette müdâhil olmasın, inzivâya çekilip itâ‘at ve ibâdetle meşgul olsun. Seyyide’nin öldürülmesine rızâ vermiyorum” Şah Hüdabende, Melike’nin şayet haremde bulunmasına dair itirazlar varsa buna da bir çözüm getirmiş, onu Kum’a, Mâzenderân’a ya da oğlu Abbas Mirza’nın bulunduğu Herat’a göndermeyi teklif etmiştir. Bu önerisi kabul görmezse kendisinin de tüm yetkilerini bırakacağını, eşi ve çocuklarıyla birlikte Şiraz’a çekileceğini söylemiştir.37Şah Hüdabende’nin bu kararına rağmen Melike, kocasının sözünü çiğnemiş ve iktidarı bir an dahi bırakmayacağını şu sözleriyle bildirmiştir: “Hayatta olduğum müddetçe davranışlarımdan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Eğer Kızılbaş ki Padişâh’a karşı edepsizlik düşünüp, Padişâh’ın haremine bu zulmü revâ görürler ve beni katletmeye cesaret gösterirlerse bilsinler ki ben dört şehzâdenin annesiyim. Bu işten geri dönsünler, ya da kanımı alma görevi çocuklarımındır.”38Bu zor durum karşısında Melike’nin yanında yer alan emirlerden Vezir Mîr Kıvâmüddin Hüseyin Şirazî bir hileyle isyancıları dağıtmayı teklif etmiştir. Buna göre saray muhafızları için hazineden altın dağıtılacak ve bu kargaşa ortamında isyancı emirler amaçlarına ulaşamadan geri çekileceklerdir. Ancak Melike, Padişahlık gücünü altınla satın almanın Şah’ın saygınlığını alaşağı edeceğini söyleyerek bu hileye sıcak bakmadığını bildirmiştir.39Şah ve Melike’nin geri adım atmamaları muhâlifleri yeni tedbirler almaya sevk etmiştir. Şu durumda onlar için tek çıkış yolu Şah’ı yok sayarak kendi kararlarını eyleme geçirmektir. Son bir toplantı yaparak aralarından Melike’yi öldürecek kişileri seçmişlerdir. Seçilen kişiler bütün muhâlif gruplardan oluşturulmuştur. Bu yolu izlemelerinin sebeplerinin başında, isyanın başarısız olması durumunda verilecek cezanın hafifleyeceği inancı gelmiştir. Hanedandan birinin kanının dökülmesi günahını paylaşma düşüncesi de etkili olmuştur. İsyanın başarıyla sonuçlanması halinde yeni süreçte, muhâlif grupların tamamının yönetimde söz hakkı elde etme istekleri de önemli bir etkendir.







Bu cümleden hareketle Şamlu, Ustaclu, Afşarlı, Musullu ve Dulkadirli Türkmen kabilelerinden temsilen birer kişi seçilmiştir. Bunlar arasında ismi ön plana çıkanlar Sadreddin Han-ı Safevî, Hasan Ali Bey-i Dulkadir ve İmam Kulu Mirza-yı Musullu’dur. Plan gereği tüm muhâlifler isyanı başlatıp sarayı kuşattıklarında bu kişiler doğrudan harem dairesine yönelecekler ve Melike’yi öldüreceklerdi.40Nitekim olaylar tam da bu şekilde gerçekleşmiştir. Önce sarayda bir kaos ortamı oluşturulmuş, sonra da Melike öldürülmüştür. Kaynaklarda isyanın nasıl başladığı hususunda farklı bilgiler aktarılmaktadır. Münşî ve Kummî isyancıların önce sarayı bastıklarını ve korucuları etkisiz hale getirerek hareme yöneldiklerini ve Melike’yi boğarak öldürdüklerini söylemişlerdir.41İsfehanî, sarayda esir tutulan Tatar askerlerinin Adil Giray’ın emriyle isyan çıkardığını ve emirlerin bu kargaşadan yararlanarak hem Adil Giray’ı hem de Melike’yi öldürdüklerini belirtmiştir.42Netice itibariyle Melike, 1 Cemaziyelahir 987/26 Temmuz 1579’da boğularak öldürülmüş ve muhâlif beyler merhumenin oğlu Şah I. Abbas’ın saltanatına kadar yeniden yönetimde söz sahibi olmuşlardır. Kummî isyan sırasında yaşananların vahametini bildirmek üzere şöyle bir dörtlük kaleme almıştır.Gece siyahtan daha siyahGecenin karanlığı sevgilinin uzak olduğu gün gibi Dünya bir zencinin yüzünden daha siyahSıkıntı aşığa karıncanın gözü gibi43Melike’nin öldürülmesine çok üzülen Şah, emirlerin gücünden çekindiği için olayı sükûnetle karşılamıştır. Derhal katledilenlerin cenaze işleriyle meşgul olmuş ve çok sevdiği karısını Hz. Ali’nin şehit edilen oğlu Hz. Hüseyin’in mezarının yakınına defnettirmiştir.44SonuçTürk kadınları eski tarihlerden beri devlet yönetimi dâhil olmak üzere hayatın her alanında yer almışlardır. Dulkadirli Türkmenlerinden Hayrünnisa Begüm de başarı ve azmiyle Safevî Devleti tarihinde iz bırakmıştır. Kocası Şah Muhammed Hüdabende’nin devlet idaresindeki etkisizliği Melike’yi ön plana çıkarmıştır. İç isyanlara ve Osmanlı saldırılarına karşı göstermiş olduğu başarılı idare onun mücadeleci ruhunu ortaya koymuştur.